Şirket yönetimlerinde paranoya
Masanızın tam karşısında bütün mesainiz ve fazla mesainiz boyunca gözünü size dikmiş, attığınız her adımı, ağzınızdan çıkan her sözü izleyen gözetleyen ve kaydeden bir izleyici... İşe kaçta geldiniz, masanızda kaç dakika oturdunuz, kaç defa kalktınız, bu kalkışlarınızın kaçında tuvalete gittiniz, kaçında arkadaşlarınızla sohbet ettiniz, kaç sigara molası verdiniz, kime kızdınız, kime güldünüz, ailenizle ne konuştunuz, belki de tuvalette ne yaptınız?
Abartıyor muyum? Sanırım evet abartıyorum. Abartmaya devam edeyim. Arabanıza bindiniz, o soytarı ajan yine yanınızda. Kaç kilometre gittiniz, doğrudan eve mi gittiniz yoksa başka bir yere mi, aracınıza birisini aldınız mı, peki onunla ne konuştunuz? Şirket aleyhine olabilir mi? Niye olmasın? Her gün kimlere mail atıyorsunuz? Ne yazıyorsunuz? Ne kadar zamanınızı mail için harcıyorsunuz? Ya o şirketin size verdiği telefon ne olacak? O da şirketin. Telefonda ne konuştunuz?
Her anı taciz, her anı mobbing... Dava açarsanız yüzdeyüz kazanırsınız. Açanlar kazanıyorlar da diğer yandan hayat böyle sürmeye de devam ediyor. Güvensizlik, güvensizliği doğuruyor, paranoya sadakatsizlik olarak geri dönüyor. Bütün bu tacizkar önlemler şirketleri içten içe çürütüyor ve kokuşmaya yol açıyor. Yazarken bile kendimi kötü hissettim. Bunlar gerçek olabilir mi? Maalesef gerçek. Bu ve benzeri önlemlerle şirketlerini “korumaya” çalışan büyük büyük patronlar var. Sonra da ne hikmetse aynı şirketlerde ciddi boyutlarda usulsüzlükler, hırsızlıklar, kaçaklar ortaya çıkıyor. Çünkü hiç bir zaman hiç bir önlem sadakatin yerini tutmadı, tutamaz. Her çalışanın başına bir polis koyduğunuz anda bütün çalışanlarınızı hırsız bellemiş olursunuz. Hem çalışan için hem de çalıştıran için ürkütücü bır resim. Büyük birader, masanızın karşısında, gittiğiniz her yerde, telefonun ucunda, arabanızın içinde her adımınızı izliyor.
Patron size güvenmiyor ve güvenmediğini bağırıyor, hiç bir çekincesi yok, siz patrona güvenmiyorsunuz, şirkete güvenmiyorsunuz, mecbur olduğunuz süre boyunca ve mecbur olduğunuz kadar çalışıyorsunuz sonra ilk fırsatta kaçıyorsunuz. Ne şirkete bağlılık ne sadakat gelişmiyor.
Geogre Orwell, 1984 romanını yazarken tamamen hayal ürünü bir kurgu yapmıştı. Büyük birader tüm bireyleri gözetliyordu. Atılan her adım söylenen her söz ekranlar aracılığıyla büyük biraderin gözetimi altındaydı. Her şeyi biliyordu. Bir korku imparatorluğu yaratılmış ve insanlar bireyselliklerini kaybederek itaate zorlanıyordu. Büyük biraderler şu anda şirket yönetiyor. Bizi gözetliyor. Gözetlenmeye razı oluyoruz. Buna hakkın yok diyenler işinden oluyor. Davalar bireysel kazanımlar olarak kalıyor. Yapı ve zihniyet değişmiyor.
Güvenin yerini korku aldı. Hak yediklerini biliyorlar da ondan mı? Güvensizliği ne besliyor? Bu hastalıklı önlemelerin sonuç vermediğini hatta daha ciddi tehlikeler getirdiğini görmelerine rağmen neden bu paranoyada ısrarlılar? Çalışanları makineleştiren, zihni kendi içine hapseden bu çağdışı yönetim şekilleri ne zaman son bulacak? Çalışanları özgürleştiren, daha esnek çalışma şartlarını benimseyen şirketlerin verimlilikleri her geçen gün belirgin şekilde artar bu şirketlerin değeri her geçen gün yükselirken, her çalışanına potansiyel hırsız gözüyle bakan zihniyetler elbet çöp olacak. Ancak çalışanların da bu anlayışlara karşı tavizsiz olmaları şart.