Perakende biliminde bitmez değişimler

Sektör, dinamik yapısını eksik etmediği sürece, tüketici ihtiyaçlarının da sonsuz olup karşılanması güçleştikçe, perakende dünyası ayrı bir bilim dalı olarak ilgi görmeye devam ediyor. Bilim insanları, pazarlama/satış stratejilerini yeniledikleri gibi, sürekli farklı ve öncü olabilmenin metotlarını da araştırıyor… Biraz veri… Şart… Eskiden veri hiç yoktu; şimdi bazı değerleri; dernek/federasyon/araştırma kurumları; medya marifetiyle yayımlıyor ki, karanlıkta çam devirmeden konuşabiliyoruz…

Önceki yılın değerlerine kuşbakışı göz gezdirsek de; Satın alma Gücü Paritesi (SGP) değerine göre, kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) endeksi, 2013 için 55 olarak belirlendiğine tanık oluruz.

Avrupa Birliği (AB) İstatistik Ofisi tarafından açıklanan SGP'ye göre, kişi başına GSYH endeksi 2013 yılı geçici sonuçlarına göre 28 AB ülkesi ortalaması 100 kabul edilirken, bu değer Türkiye için 55… 
Halen, AB ortalamasının yüzde 45 altında kaldığımız önemli bir gerçek. Bosna-Hersek’in 29 olmasından kime ne?
Ölçü mü?
Kaldı ki, bireysel tüketim düzeyinde de benzer bir durum söz konusu ve hatta paralel…
Peki, neden Türkiye?
Yukarıda verilen değerlere bakıp da aldanmayın. Türkiye, hâlâ perakendenin ilgi odağı ve hedef ülkesi…
Dünyanın en önemli pazarlarından biri konumunda olan Türkiye perakendesi, bu yüzden ivmesini kesmiyor ya, hepimiz sık sık bu konuyu gündeme getiriyoruz.
Doğal…
Ve rakamların; bir kaç yıl içersinde 400 milyar dolar seviyesini geçeceğini de yazıyor, çiziyoruz.
Küresel markaların gözü de ülkemi, mesken tutmuş durumda…
Böylesi genç ve atılgan bir nüfusa, mal ve hizmet üretebilmek, uluslar arası perakende devlerine cazip geliyor çünkü…
Ve ne garip;
Dünyanın ilk alış-veriş merkezi mantığını İstanbul Kapalıçarşı ile başlatmışsak da, arkası gelmemiş bir türlü.
Aynen, güreşte hep üstte olan Türkiye, nasıl olduysa, şimdilerde sırtını minderden kaldıramıyor…
Var bir hikmet, ama ne?
AVM mantığını, yönetim şekillerini, pazarlama/satış stratejilerini, görsel mağazacılığı ve hatta ‘iyi esnaf’ tanım ve de uygulamalarını, elin yabancısından yeniden öğrenmek için çaba sarf edip, debeleniyoruz.
İyi örneklerimiz elbette var… Yeterli değil!
Ve bazen;
Yabancı sermaye bizden perakende zincirlerini satın alırken, bir bakıyorsunuz, bizim motiflerin rüzgârı, onları satın alabiliyor. Aynen Beğendik grubunun Alman Metro Grubu’nun Türkiye’deki 12 Real Hipermarket Zinciri’ni satın alması gibi.
Olur mu? Olur…
Durmak yok, başarılara devam…
Ya yurt dışı operasyonlar…
Gıda dışı ve daha çok tekstil markalarında, uluslararası deneyimlerimiz giderek artıyor.
İç pazar kadar, dış pazarda da perakendenin önemli oyuncuları olmaya özen gösteriyoruz.
İyi temsilcilerimiz var…
Ya gıda?
Market zincirlerimiz ne durumda?
Pek parlak değil doğrusu…
Orta Doğu’dan bir adım öteye gidemiyoruz mesela.
Ve kaldı ki, o bile sınırlı…
İç pazarda rekabet eden, zaman zaman üstünlük kuran marketler zincirleri, nasıl oluyor da, dış pazar açılımını yapamıyor?
Hiç kendinize sordunuz mu?
Ve ne cevap aldınız?
Merak ediyorum doğrusu…
Sanırım, bu konuda gerçekten bir market ekolümüz yok!
Ne yazık ki, pek çok yerel ve hatta ulusal konuma geçme alıştırmaları yapan market zincirleri, sistem ihraç edebilme özelliğine sahip değil.
Çünkü açıkça ifade etmek gerekiyor ki;  sistemleri yok!
Organizasyonları büyüdükçe, yönetmekte zorlanıyorlar.
Denetleyemedikleri gibi, korkuyorlar bu durumdan…
Ve sonrasında; nitekim yönetemiyorlar da…
Yanılıyorumdur belki…