İTKİB Başkanı ve Damat Tween YKB Süleyman Orakçıoğlu

Hong Kongta düzenlenen Dünya Ticaret Örgütü zirvesine, tekstil ve ihracat sektörünün önde gelen isimleri adeta çıkarma yaptılar. Türk tekstil sektörü için yaşamsal önemi olan bir başarı elde eden ekibin önde gelen ismi, İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Süleyman Orakçıoğlu ile; Hong Kong ve sonrasını değerlendirdik

İTKİB Başkanı ve Damat Tween YKB Süleyman Orakçıoğlu
Sektör Adına Mücadeleye Devam Hong Kong zirvesini değerlendirebilir misiniz? Hong Kongdaki zirve, Dünya Ticaret Örgütünün bakanlar kurulu konseyinin, daha önceden Uruguay raunduyla, 1994te başlayan, yine aynı şekilde devam eden, dünya ticaretindeki gelişmelerle ilgili, az gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin hep birlikte orada dünya ticaretinin geleceğiyle ilgili karar süreçlerini aldıkları bir toplantı şeklindeydi. Bizim için çok önemli bir yönü vardı bu toplantının. Bu, 2005 yılında yapmış olduğumuz önemli çalışmaların bu zirvede yankı bulmasıydı; çünkü artık İstanbul deklerasyonu denince tekstil sektöründe bu konuyu bilmeyen yok. İstanbul deklerasyonu adıyla başlayan bu süreç, Hong Kongda da etkisini gösterdi. Dünya tekstil ve hazır giyim sektörü ticaretinin özellikle 2005le birlikte, kotaların kalkmasıyla ortaya çıkan haksız rekabet ortamının dünya ticaretine etkilerinin yoğun olarak tartışıldığı bir platformdu. Genel olarak özetlerseniz, zirve nasıl geçti ve nasıl sonuçlandı? Biz bu zirveye çok hazırlıklı gittik. Bu tip süreçleri 2004 ve 2005 yılında çok iyi yönettik. Gerek Brüksel, gerek Cenevre ve Washingtonda çok önemli çalışmalar yaptık ve bu konunun belki de hiç kimsenin beklemediği derecede, ki zaten hiç kimse bu konunun dünya kamuoyuna taşınmasını beklemiyordu, dünya kamuoyunda özellikle hazır giyim ve tekstil sektörü için birinci gündem maddesi olmasını sağladık. Dış ticaret müsteşarları ve bürokratları, sayın bakanımız Kürşat Tüzmen ve yine aynı şekilde bizi temsil eden daimi temsilcimiz sayın Deniz Bölükbaşıyla birlikte ki daha önce kendileriyle yaptığımız çalışmalar ve brifingler var, biz burada neyi nasıl savunacağımızı, hangi konunun bizim avantajımıza olduğuna karar vererek, belli bir stratejiyi belirleyerek gittik. Bizim oradaki duruşumuz; bu işin tekstil ve hazır giyim sektörü olarak, ek bir taviz verilmesine kesinlikle karşı olmamıza dayanıyordu. Kendi pazarımız ve ihracat yaptığımız Avrupa Birliği pazarı içinde, gümrük tarife oranlarının düşürülmesine ve bu konuyla ilgili bir taviz verilmesine karşı olarak gittik. Bu düşünce doğrultusunda biz oradaki toplantılarda tekstil ve hazır giyim sektörünün daha farklı olarak bir sektörel yaklaşımla değerlendirilmesi için girişimde bulunduk ve bunda da başarılı olduk. Tekstil ve hazır giyim sektörü üzerinden, diğer sektörlere tavizlerin verilmesini engelledik. Hatta bu zirvenin sonuç belgesinde de yer aldı. Bunun anlamı; mesela üçüncü dünya ülkelerinin, Çin, Hindistan, Pakistan ve Brezilya gibi, kendi gümrük tarife oranlarını ki onlar yüzde 50-60 gibi gümrük tarife oranlarına sahipler, yüzde 15e çekmeden, AB, şu anda uyguladığı yüzde 6 ile yüzde 11 arasında değişen gümrük tarife oranlarında ek bir indirim yapmasın. AB, dünyanın en düşük gümrük tarife fiyatlarını uyguluyor, pazarlarını sonuna kadar açmış durumda. Buna bağlı olarak Türkiye de yaklaşık yüzde 8-9 civarında gümrük tarifesi uyguluyor. Brezilyanın, Hindistanın ya da Çinin bunu daha da indirin demeye hakkı yok. Biz, Türkiye ve Avrupa birliği olarak ek bir tarife indirimi yapılmasına karşıyız. 2005le ilgili tekstil ve hazır giyim sektöründe dünya piyasalarındaki gelişmelerin incelenmesi için bir komisyon kurulmasını istedik ki bu daha önceden de bizim savunduğumuz bir düşünceydi. Burada bir avantaj kazandık, bu konular genel anlamda bir mutabakat metninin ortaya çıkmasını sağladı. Buna bir taslak metni de diyebiliriz; fakat bu taslak kesin sonuç değil. Bu konular 2006 yılının temmuz ayında Cenevrede tartışılacak. Bu konuların gündeme gelip, tartışılacak olması bizim için bir avantaj. Biz daha önceden de 2004-2005 yıllarında, Cenevrede çok önemli girişimlerde bulunduk, çok önemli çalışmalar yaptık. Cenevreyi artık biz kendi bölgemiz olarak görüyoruz. Yaklaşık olarak önümüzde yedi aylık bir süre var. Kendi politikalarımız, kendi düşüncelerimiz, stratejilerimiz doğrultusunda olayları etkilemeye çalışacağız. Bu konuda çalışmalar sürecek mi? Biz bu konuyu gündeme getirdik ve özellikle bunun sonuç bildirgesinde yer alması genel bir tanımla, sektörel bir yaklaşımla çok önemliydi. Bundan sonraki süreçte çalışmalarımızı artırarak devam ettirmemiz gerekiyor. Hong Kongda bir bildiri yayınlamıştınız. Sanayici olduğunuzdan dolayı Çinin serbestleşmesi sonucu tekelleşmesinden çok fazla etkilenmeyeceğinizi, sonuçta alıp satma ya da üretimi başka ülkelere kaydırma yoluyla yolunuza devam edeceğinizi söylediniz; ama dünya çapında 30 milyon civarında kişinin işsiz kalacağını da vurguladınız. Ben bunu her zaman söylüyorum, sektör olarak sosyal sorumluluklarımızı bilmemiz gerekir ve biz şu anda sosyal hayatın sigortasıyız; çünkü emeğin yoğun olduğu bir sektörüz. Sonuç itibariyle insanlara iş ve aş sağlıyoruz. Bunu şu ana kadar bizim kadar kolay yapabilen bir sektör yok. Bizim kendimize ait bir sorumluluğumuz var ve bir de ülkemize ait bir sorumluluğumuz var. Kendimize ait sorumluluklarımızda biz çok kolay çıkış yolları bulabiliriz; ama ülkemize ait sorumluluklarımızda günümüz koşullarında bir çıkış yolu bulmak mümkün olmayabilir. Bu yüzden biz kendi işimizi kendi ülkemizde yapmak istiyoruz, biz kendi ülkemizin insanına iş olanakları yaratmak istiyoruz. Kendi ülkemizin ihtiyacı varken dünyanın çeşitli ülkelerine yatırımcı olarak gitmemiz yanlış. Peki ne yapmamız gerekir? Bugün bu kadar insan dünyanın çeşitli yerlerine gitme noktasına geldiyse, yapmamız gereken şey, birtakım şeyleri gözden geçirmek olmalı. Sadece mali piyasalarda gerçekleşen iyileşmelere bakarak, bu ülkede üretim yönünden ne gibi engeller yarattığımızı görmezden geliyorsak, en büyük yanlışı yapıyoruz. Şu anda sektör olarak kamu yükünden diğer sektörlere göre iki üç kat daha olumsuz etkileniyoruz. Bunun nedeni ürün maliyetindeki işçilik payı, diğer sektörlere göre bizde iki üç kat daha fazla. Biz aslında ne teşvik istiyoruz ne de farklılık istiyoruz; biz eşitlik istiyoruz. O eşitlik, OECD ülkelerinde özellikle istihdamın üzerindeki ortalama yük, yüzde 20-25 arasında değişiyorsa, bizim ülkemizde neden bu yüzde 45 ve biz neden bu yükü hala taşımak zorunda bırakılıyoruz sorusuna dayanıyor. Biz bunu sorguluyoruz. Biz burada bir eşitlik istiyoruz. Rakiplerimizle, nasıl onların istihdam üzerindeki kamu yükü yüzde 25se, bizde de bunun bu orana çekilmesini istiyoruz. Bu durumdan da sanırım Türkiyede en fazla fasoncular etkileniyor. Bu bir zincirleme tabi ki. Bugün baktığımızda firmamıza ait bir çok üretim tesislerimiz var. Fason üretim yapan firmalarımız da, atölyelerimiz de etkileniyor. Bu durumdan zaten kimsenin etkilenmemesi mümkün değil. Önceden bu sadece tekstil ve hazır giyim sektörünün sorunu olarak değerlendiriliyordu; ama şu anda tüm üretim yapan sektörlerin aynı sorunu, aynı sıkıntıyı yaşadığını görüyoruz. Gümrük tarifeleriyle ilgili Türkiyenin savunduğu bir Swiss formülünden bahsedildi. Bu formül nedir? Biz çok düşük gümrük tarifesi uyguluyoruz. Biz bunu uygularken, kendi gümrük tarife oranlarımızdan 5 puan indirip, çok yüksek gümrük tarife oranları uygulayan başka bir ülke de 5 puan indirdiğinde, bu zaten bizim ister istemez o yüzde 50 uygulayan 5 puan indirdiğinde, yine yüzde 45lerde gümrük tarifesi uygulayacak. Ancak siz yüzde 8 uyguluyorsunuz, beş puan indirdiğiniz zaman yüzde 3 oluyor. Onun için burada mutlaka bir katsayı biz dile getirdik. Bu katsayının da, çok yüksek gümrük tarifesi olanlar daha fazla indirim yapsın, düşük gümrük tarifesi olanlar da daha düşük indirimler yapsın. Sizin güzel bir tanımlamanız var; serbest ticaret, kuralsız ticaret değildir şeklinde. İşin düzeyinde Türkiyenin de başında bulunduğu kamuoyu baskısıyla AB ve ABD son zamanlarda bir kota uygulaması yaptı; ama bu da Çini durduramadı. Çin bu haksız rekabeti nasıl uyguluyor? Ben burada durduramadığı görüşüne katılmıyorum. Bu uygulama olmasaydı, yıkım olacaktı. Şimdi ise sadece olumsuz bir etki oldu; ama biz burada oluşabilecek bir yıkımı engelleye çalıştık. İster istemez bu yıl ihracatımızda yüzde 5-6lık bir artış gerçekleşecek; ama bunu yapabilmek için özellikle işin bu noktaya gelmesi için bizim yaptığımız çalışmaların çok katkısı var. Bu çalışmaları yapmasaydık, Dünya Ticaret Örgütünün ve OECDnin raporlarına göre, Türkiyenin ihracatında tekstil ve hazır giyim sektöründe yüzde 25-30lık bir düşüş bekleniyordu. Kürşat Tüzmenin orada bazı temasları da oldu. Sizce hükümetin tekstile bakışında bir değişiklik olabilir mi? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayın bakanımızın bu konuda çok önemli girişimleri oldu tabii. Sayın büyükelçimiz Deniz Bölükbaşının da aynı şekilde. Bakanımızın Çin Ticaret Bakanıyla yaptığı toplantıya ben de katıldım. Her iki taraf da karşılıklı olarak iyi niyet temennisinde bulundu. Aynı zamanda karşılıklı olarak birtakım engellerden bahsedildi. Sonuç olarak biz, Çine karşı değiliz; biz sadece haksız rekabete karşıyız. Gerekirse önümüzdeki dönemlerde Çinle her türlü işbirliğine de açığız; ama bunun mutlaka koşul ve kuralları olmalı. Zirve sırasında Amerikan hazır giyim ve tekstil endüstrisi başkanları ve Amerikan hükümeti temsilcileri bir işbirliği içerisinde olacağınız konusunda bir açıklama yaptınız. Bunun ayrıntısı nedir? Amerikaya mal satabilmemiz için özellikle birtakım haklı uygulamalara ihtiyacımız var. O yüzden de her iki endüstri temsilcilerinin bu konuyla ilgili ortak bir proje çalışması yürütülmesi konusunda karar alındı ve ABDdeki en büyük ticareti düzenleyen kurum olarak bilinen USTRın tekstille ilgili müzakerecisi Mr. Scott da bu toplantıya katıldı. Dış Ticaret Müsteşarlığımızdan anlaşmalar genel müdür yardımcısı sayın Hasan Yalçında bu toplantıya katıldı. Önümüzdeki dönemlerde bu konuyla ilgili sıcak gelişmeler olabilir; çünkü ABDye ıl nasıl daha büyük yarar sağlar gibi, bu konularla ilgili çalışmalar yapılacak. Tekstil sektörü açısından 2005 yılı nasıl geçti? Tekstil sektörü 2005 yılında bana göre çok büyük bir direnç gösterdi. Hiç bir sektörün gösteremeyeceği bir dirençti bu. Çünkü hem uluslararası bir sorun hem de ulusal bir soruna rağmen, uluslararası sorun dediğimiz zaman, zaten kotaların kalkmasıyla ortaya çıkan yeni ticaret düzeni, ikincisi de ulusal sorun dediğimiz zaman kamunun istihdam üzerindeki yükü; çünkü diğer sektörlere göre iki, üç kat daha fazla olumsuz etkileniyor. Her iki olumsuzluğa rağmen, tekstil ve hazır giyim sektörü, yüzde 5-6lık bir ihracatı gerçekleştirecek. Kendisinden yüzde 30luk bir iş beklenirken, yüzde 5-6lık bir artışı gerçekleştirmesi, karsız da olsa, sektörün ortaya koyduğu büyük bit direnci gösteriyor; ama gelecekle ilgili ben son derece umutluyum. 2006 yılıyla ilgili öngörüleriniz ve beklentileriniz nelerdir? 2006 yılından son derece umutluyum; çünkü burada baktığımızda mevcut baskının bedelini ödeyecek olan hep bizler değiliz. İster istemez önümüzdeki dönemlerde dengeler yerine oturacaktır. Mali piyasalardaki son üç yıldır, mali piyasa oyuncuları ve ithalatçıların kazancını üretenler gibi; ama bu iş 116 milyar dolar ithalat, 72 milyar dolar ihracatla nereye kadar gidecek, hepimiz göreceğiz. Hükümetin bu sorunu aşma konusunda bir çalışmada bulunması gerekiyor mu, özellikle yerel bazdaki sektörler konusunda? Biz bu konuda çok önemli girişimlerde bulunduk 2005te. İstihdamla ilgili verdiğimiz manifesto, sayın başbakanı davet etmemiz ve görüşmelerde bulunmamız Sorun dıştan bakıldığında sanki bizim sorunumuzmuş gibi algılandı; ama esasen ülkenin bir sosyal bir sorunundan başka bir şey değil. Biz de işsizliğin sigortası olduğumuzu, sosyal dengelerin her zaman için burada yükünü çekmeye razı olduğumuzu belirttik; ama bu konuda gereken yaklaşımı maalesef göremedik. Burada bizim sektör olarak alacağımız küçük bir desteğin, bu ülkeye katma değer olarak döneceğinden emindik.