Ceylanlar ve Kediler ve Atlar ve Gitmeler Üzerine
Kadıköy iskelesini gören bir yerde sabah kahvemi içiyordum. Kimi vapura yetişiyor, kimi tıklım tıklım bir minibüse atıyor kendini, kimi bir otobüse. Herkes telaş içinde, işine gücüne gidiyor. Kimi sıkıntılı, kimi hala bir işi olduğuna memnun, kimi umursamaz, kimi gergin
Dünyanın onlarca şehrinde, aynı saatlerde aynı sahneleri izlemişimdir. En batısından en doğusuna, bu sahne her yerde aynı..Dünya ekonomisinin yüzde 50’si aynı sistem ile yönetiliyor çünkü. Ve maalesef bu 50 bütün dünyayı da yönlendirebiliyor. Sistem hepimizi kuruyor, sabah saat 7 ile 9 arasında iş başı yapmaya akşam yine 17 ile 19 arasında parmak basıp çıkmaya şartlıyor. Üstelik insan hayatına değer veren “ileri demokrasiler” bize bununla daha mutlu olmayı da öğretiyor. Daha iyi bir hayat standardı, daha güvence altında sosyal haklar, sokakta öpüşme özgürlüğü ve daha pek çok insanca şey. Acıyı hissetmeden yaşıyor ve daha mutlu uyanıyoruz. Ama sahne değişmiyor. İnsanların yüzleri, giysileri, lisanları, hayat tarzları değişiyor ama sırtlarımızdaki kurma kolu değişmiyor. Ülkeleri ve refah seviyelerini yarıştırmayacağım. Sözüm bunun çok ötesinde. Hani şu, ülkeyi terk edelim, falanca orta Avrupa ülkesine yerleşelim, filanca ada ülkesine kapağı atalım, bak şu Akdeniz ülkesi de ne kadar bize benziyor, yok yok Kuzey’de hayat daha güzel geyikleri var ya, sözüm ona daha çok. Sırtınızdaki kurma koluyla gidecekseniz eğer, inanın bir şey değişmeyecek. Afganlar İran’da, Suriyeliler Türkiye’de, İranlılar Kanada’da, Türkler Amerika’da, Faslılar Fransa’da, Hintliler İngiltere’de yaşamak istiyor ya. Yahu kimse ülkesini sevmiyor mu? Üstelik o ülkeleri “sevilmez” hale getirmede baş sorumlu olan diğerlerine göçmek de neyin nesi? Dünyanın en çok silah satanlarına, dünyayı en çok kirletenlere, nükleer santralların faillerine, kurma kolunu icat edenlere. Filanca kuşağı artık bu ülkede yaşamak istemiyor deniyor ya, araştırmalar bunu gösteriyormuş. O kuşağın demek ki akademik seviyesi gelişmiş ama farkındalığı hiç gelişmemiş, bir polemik başlatmak bahasına hatta diyeyim ki vatanseverliği de hiç gelişmemiş. Ama bu başka bir yazı konusu olmalı. Falanca ülkenin filanca şirketinde yine bu “insanlığın başına gelen en büyük felaketin” (1) yani 9-6 mesaisinin piyonu olacaksan hiç olmazsa poğaçanı yerken kucağına bir kedi atlama ihtimali olan bu şehirde ve kendi ülkende ol. Sevdiğim bir arkadaşım Kuzey’e göç macerasını anlatırken: “İlk gittiğimiz ay, işten eve dönerken önümüzden ceylanlar atlıyordu ne muhteşem demiştik, ikinci, üçüncü ve altıncı ay da atlamaya devam ettiler ne güzel dedik, 8.,9. ay da devam etti, eee, ceylan işte, dedik.” diye anlatmıştı. Sonra da döndü zaten. Benzer şehirlerden birinde yaşayan sevdiklerim var. Geçenlerde kedimin çişli kumunu gönderdim evlerindeki farelere karşı. Sokak kedileri olmadığı için evlerde cirit atıyor fareler çünkü. Benzer sorun başka bazı ülkelerde de var. Bizde de çıkıyor bazen bu sokak hayvanları düşmanlığı. Hayvanlarımızı hayatımızın bir parçası yapmanın insanca yollarını aramak, kurallarını koymak yerine, atlara, köpeklere hayır diyorlar. Belki de en büyük zenginliğimiz olan sokak hayvanlarına karşı kasvetli Avrupa şehirlerini örnek gösteriyorlar. 1,3 milyar Hintli ise, inekler, keçiler, köpekler ve maymunlarla güzel görünüyor. Üstelik kurmalı hayattan da bir nebze uzak. Bu ülkeyi terk etmeden önce bir kez daha düşünün derim. Sizinle birlikte yaşamayı reddeden ceylanlar ülkesi mi, sabah simitinize ortak olmak için teklifsizce kucağınıza atlayan kedilerin, yeşil ışığı bekleyip sizinle birlikte karşıya geçen köpeklerin, en burun kıvıranların bile bir şekilde hayatında olan, sokak hayvanlarıyla yaşayan bu “çağdışı” ülke mi? Dünyada gidecek başka bir ülke yok. Başka bir şehir yok. Soru nereye gittiğiniz değil, kafanızın içinde ne olduğu. Vatansever olmanın tam zamanı. Dünya iyiye gitmiyor. Faşizm, yeniden duvarlar örme hayalleri, üstün ırk sapkınlıkları sigaradan daha büyük bir tehlike olarak kol geziyor sokaklarda. Öpüşme özgürlüğüyle kandırmayın kendinizi. Aman ha bakın o güzelim Güney Amerika ülkesinin başına da, faşizmin en baba figürlerinden birini tarihteki en sevdiği şahsiyet olarak tanımlayan biri geliyor. Artık İpanema bile güvenli olmayabilir. Biz sokaklarında kedileri, köpekleri ve atlarıyla bu ülkeyi nasıl güzelleştirebiliriz ona bakalım. Giden ve gitmeyi düşünen akıllı insanlar, bu kedilerin size daha çok ihtiyacı var.